Depreme dayanıklı bina nasıl anlaşılır?
İzmir Kavram Meslek Yüksekokulu İnşaat Teknolojisi Programı Öğretim Görevlisi Dr. Erkan Durmazgezer, Seferihisar açıklarında meydana gelen ve aletsel büyüklüğü MI=6.6 (Mw=6.9) olan deprem sonrası açıklamalarda bulundu. Depremin yıkıcı etkilerinin, depreme dayanıklı yapı tasarımı hakkında vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi ve yüksek risk taşıyan bölgelerdeki yapı stoğunun güvenirliğinin değerlendirilmesi gereğini beraberinde taşıdığını söyleyen Dr. Durmazgezer, ”Ülkemizde süreç içerisinde yürürlüğe konulmuş pek çok yönetmelik olmuşsa da ilk ciddi deprem şartnamemiz 1975 senesinde yürürlüğe konulmuş; 1998 ve 2007 yıllarında revizyona uğramış ve son olarak 2018’de “Türk Bina Deprem Yönetmeliği” adı altında değişikliğe uğramıştır” bilgisini paylaştı.
Yönetmeliğin amacı: Can güvenliğini sağlamak
Dr. Durmazgezer, geçmişten günümüze kadar geçerli olan yönetmeliklerin, depreme dayanıklı yapı tasarım ilkelerini güvence altına alarak yapı güvenliğini sağlamayı amaçladığını söyledi. Düşünülenin aksine deprem yönetmeliklerinin amacının her durumda yapıların hasar görmesini engellemek değil, “can güvenliğini sağlamak” olduğuna vurgu yaparak, ”Birçok yapı, bulunduğu bölgede beklenilen şiddetteki bir depreme maruz kalmadan servis ömrünü tamamlamaktadır. Bu anlamda, sadece ülkemizde değil dünya genelinde uygulanan yönetmelikler, yapıların küçük şiddetteki depremlerde hasar oluşmamasını, orta şiddetteki depremlerde ekonomik olarak onarılabilecek hasar oluşabileceğini, çok seyrek gerçekleşen şiddetli depremleri ise büyük hasarlarla ancak taşıyıcı sistemin tamamen göçmeden can kaybını önleyecek şekilde karşılabilmesini amaçlamaktadır. Bu anlayışla boyutlandırılan yapılarda, depremde yapıya etki edebilecek kuvvet değerleri yapının sünek davranış özellikleri de göz önüne alınarak, azaltılarak kullanılmaktadır. Oluşabilecek her türlü depreme karşı tamamen hasarsız olarak atlatılmasını amaçlayan yapı tasarımları, ülke ekonomisine büyük yük getiren bir çözüm olacağından makul bir yaklaşım olmamaktadır” dedi.
Ülkemizde depremde hasar görmüş betonarme yapıların güçlendirme uygulamalarında beton, çelik ve karbon fiber gibi malzemelerin kullanıldığı bilgisini paylaşan Durmazgezer,’2018 deprem yönetmeliğinin 15. bölümünde tanımlanan güçlendirme metotlarını da maddeler halinde aktardı:
• Kolon sünekliğini artırmaya yönelik betonarme sargı, çelik sargı ve lifli polimer sargı uygulamaları
• Kolon eğilme kapasitelerinin artırılmasına yönelik kolon kesiti büyültme uygulamaları
• Kiriş elemanların sünekliğinin artırılmasına yönelik dıştan etriye ekleme ve lifli polimer ile sarma uygulamaları
• Bölme duvarların güçlendirilmesi için hasır çelik donatılı özel sıva uygulamaları, lifli polimerler ile güçlendirme
• Yanal rijitliği ve dayanımı yetersiz olan betonarme taşıyıcılar için çerçeve düzlemi içinde ve çerçeve düzlemine bitişik yerinde dökme betonarme perde uygulamaları mevcuttur.
Tasarımlar, dönemin yönetmeliğine uygun değil
Öğretim Görevlisi Dr. Erkan Durmazgezer, proje mühendislerinin deprem kuvveti hesabında kullandıkları Türk Deprem Tehlike Haritasında belirtilen maksimum yer ivmesi değerlerine yaklaşıldığına da dikkat çekerek, ”Türk Deprem Tehlike Haritasında, İzmir bölgesinde deprem sırasında oluşabilecek en büyük yer ivmesi değerinin 0.4 – 0.45g bandında olduğu görülmektedir. 30 Ekim 2020 tarihinde saat 14:51’de Ege denizi açıklarında gerçekleşen depreme ait olarak ülkemizde ölçülen en büyük ivme değeri Kuşadası’nda 0.436g olarak ölçülse de; yıkıcı etkilerin yoğunlaştığı İzmir’in Bayraklı ilçesinde 0.11g olarak ölçülmüştür. Bu değerin, tasarım yer ivmesi değerlerinden oldukça düşük olması İzmir Bayraklı’da yıkılan ya da ağır hasarlı olarak tabir edilen yapıların muhtemelen o dönemki yönetmeliğe uygun olarak tasarlanmadığını ya da şantiye esnasındaki uygulamanın yetersiz olduğunu göstermiştir” tespitinde bulundu.
Yapı stokunun en az yüzde 70’i yetersiz
Dr. Erkan Durmazgezer, bölgede yıkılan yapıların neredeyse tamamının ruhsatlı olduğu; ancak yapım tarihlerinin 2001 yılı öncesine dayanmaları nedeniyle, yapı denetim kanununa göre denetlenmemiş olduğunun altını çizerek, ”Bu tarihten sonra inşa edilmiş yapılarda yasa tarafından zorunlu tutulan yapı denetimlerinin ne derece uygulandığı konusu da malesef belirsizliğini korumaktadır. İzmir ili ele alındığında; İzmir İnşaat Mühendisleri Odası, Balçova Belediyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi arasında 2011 yılında imzalanan üçlü protokol sonucunda gerçekleştirilen ‘Yapı Stoğu Envanterinin Oluşturulması ve Yapı Güvenliğinin Deprem Riski Açısından Değerlendirilmesi’ projesinde Balçova ve Seferihisar bölgelerindeki yapı stokunun en az yüzde 70’inin deprem güvenliği anlamında yeterli düzeyde olmadığı sonucuna varılmıştır” ifadelerini kullandı.
Zeminler 6 sınıfa ayrılıyor
2018 Türkiye Bina Yönetmeliğine göre zeminlerin 6 sınıfa ayrıldığına dikkat çeken Durmazgezer, ”Bunlar; ZA-sağlam, sert kayalar; ZB-orta sağlam kayalar; ZC-çok sıkı kum, çakıl ve sert kil tabakaları; ZD-orta sıkı/sıkı kum, çakıl veya çok katı kil tabakaları; ZE-gevşek kum, çakıl veya yumuşak/katı kil tabakaları; ZF-deprem etkisi altında çökme ve potansiyel göçme riskine sahip zeminler (sıvılaşabilir zeminler). Zemin sıvılaşması durumunun zemin hareketi anlamında büyük yer değiştirmelere neden olması büyük hasarları doğuran temel göçmelerine neden olmaktadır. Bu tür problemlere özellikle gevşek, suya doymuş kum ve siltli zeminlerde rastlanmaktadır” dedi.
Bayraklı ve Bornova riskli
Depremin yıkıcı etkilerinin görüldüğü Bayraklı ve Bornova’nın ise zemin açısından son derece yetersiz alanlar olduğunu belirten Durmazgezer, ”Bu tür zeminler üzerinde yapılaşmaya izin verilebilmesi için geoteknik alanında uzmanlaşmış mühendislerin sahaya özel araştırma ve değerlendirme yapmaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra; zayıf/yumuşak zemin tabakalarının deprem esnasında oluşan zemin dalgalarını önemli oranda büyütmesi olarak bilinen ‘zemin büyütmesi’ kavramının açıklanması faydalı olacaktır. Zemin tabakaları, sismik dalgalar için bir süzgeç vazifesi görmektedir. Yumuşak/zayıf zeminler yer hareketinin yüksek frekanslı bölümünü filtre vazifesi görerek söndürür. Bu tür zeminlerde düşük frekanslı ve genliği yüksek zemin hareketi etkili olmaktadır. Bu bağlamda düşünülürse, zayıf zemin üzerine kurulmuş yerleşim bölgelerinde bulunan doğal titreşim periyodu düşük olan yüksek katlı yapıların deprem etkileri altında daha fazla risk taşıdığı söylenebilir. Zemin taşıma gücünün yetersiz olduğu durumlarda üst yapı yükünü daha güvenli katmanlara aktarılması anlamında kazıklı derin temel uygulamaları, jet grouting, zemin içerisine taş kolon teşkili ve enjeksiyon gibi uygulamalar uygun çözümler sağlamaktadır” açıklamasında bulundu.
Statik projesine bakılmalı
Dr. Durmazgezer, konut alacak vatandaşlara da birtakım önerilerde bulundu;
”Alınacak konutun inşaat mühendisliği anlamında yeterli hizmet alıp almadığının sorgulanması son derece önem arz etmektedir. Yapıya ait statik projenin, alanında uzman bir inşaat mühendisine gösterilmesi faydalı olacaktır. Bu alanda uzmanlaşmış bir mühendisin bulunamadığı durumlarda, satın alınması planlanan yapının statik projesinin onay tarihine bakılarak yapının hangi teknik şartnameye uygun yapıldığının kontrolü yapılabilir. Bölgenin zemin grubunun araştırılması; eğer zayıf bir zemin üzerinde ise gerekli önlemlerin alınıp alınmadığının sorgulanması, temel seçiminin uygunluğunun araştırılması; imalat aşamasında kullanılan beton ve çelik sınıflarının yeterli düzeyde olup olmadığının incelenmesi konuları önemlidir. Deprem etkileri altında kalan bir yapının en büyük kesit tesirleri zemin kattadır. Deprem güvenliği açısından bu katta bulunan taşıyıcı elemanların donatılarının paslanma durumları ilgili, kattaki nem kontrolü yapılarak tahminde bulunabiliriz. Bir yapının servis ömrü boyunca tasarım depremine maruz kalma ihtimalinin çok düşük olması nedeniyle, deprem yönetmeliğine uygun olarak tasarlanan ve yeterli şantiye denetiminin sağlandığı yapılarda, toptan yıkılma durumunun gerçekleşmesi sadece çok düşük bir olasılık dahilinde olmaktadır.”